Master of Disaster

There ain't no easy way to put it, Sir I am better than you.

Avucunun içinde duran maden etrafı aydınlatıyordu. Etraf aydınlandığına göre önceden karanlık olmalıydı. Bir etraf olduğuna göre bu hikaye uzay boşluğunda geçiyor olamazdı. Büyük ihtimalle büyük bir enerji kaynağının etrafında yörüngeye oturmuş bir gezegendeydi. Madenin etrafı aydınlatması tuhaftı bir tek. Boğazını temizlemek için hırıltılı bir ses çıkardı ve yere tükürdü. Ama kimse görmesin diye bir iki duvarın kesiştiği yeri bulmuştu. Demek ki, çevresinde dominant bir yaşam formu ve o formun yarattığı kültür vardı. Duvar olduğuna göre İnşaat Mühendisliği de vardı. İnşaat Mühendisliği İngilizcede Civil Engineering olduğuna göre belki medeniyet bile vardı bir yerlerde. Avucunu açtı ve ışıl ışıl parıldayan madenin artık parlamadığını fark etti. Elleri turuncu oldu. Şiddetli bir dürtü ona avucunu yalamayı emretti. Önce emre itaat etmek istemedi Sonra "canı cehenneme" dedi ve yaladı avucunu. Avucunu yalamak değil de, "canı cehenneme" demek daha hoşuna gitmişti. Bir daha bu sefer yüksek sesle bağırdı. Bu basınçlı bağırış çişinin gelmesine sebep oldu. "Hiçbir kahraman bir maceranın ortasında işemek için kıvranmaz" dedi kendi kendine. Kahramanlık varsa kötü adamlık da vardır. Ama kötü adamlar da sıkışmazlar, otobüs yolculuklarında bacak bacak üzerine atıp yolun sonunu ve şelaleleri düşünmezler. Elindeki maden yeniden etrafı aydınlatmaya başladı. Öyle bir yerdeydi ki zamanı tanımlama gereği duymamışlardı orada. Ne yıl vardı, ne ay, ne gün, ne saat, ne dakika, ne saniye, ne piko saniye. Piko ne? Bir çeşit cips.

In the end it doesn't even matter.


Comments