Zavallılar ep.2

Herkes, her şeyi çok iyi biliyor. Özgüven patlaması yaşanıyor. Herkes bir "şey" olmuş çünkü. Neyin iyi, neyin kötü olduğuna dair kimsenin şüphesi yok. Bir rakı daha söyleniyor, özel seri şefim...  Oğlum kaç zaman sonra bir araya gelmişiz, içelim sanki yarın işin mi var, diyorlar. Üniversiteden arkadaşlarım hepsi. Yıllar sonra beraber oturuyoruz ve fena halde pişman oluyorum, muhabbet uzadıkça uzuyor, kelimeler sakıza dönüyor. Çiğniyoruz ama kopmuyor. Kalamar gibi. Bir de üstüne hayvan gibi hesap ödeyeceğiz. Canım sıkılıyor. Parasızlıktan değil. Paramızı böyle sikko rutinlere harcamış olmamız canımı sıkıyor. Parasızım son zamanlarda o ayrı. 

Muhabbet kaçınılmaz olarak üniversite günlerine ve oradaki insanlara geliyor. Rektörlüğün arkasında içtiğimiz günleri anıyoruz. Derslere girmeyip içtiğimiz o günlerin ne muhteşem olduğunu filan konuşuyoruz. (ki muhteşem filan değildi) Neydi o köpek öldüren, dimtrikopulos muydu, Aa evet tabii ya, diyor Sacit. Aynen Deniz Gezmiş'in içtiğinden. Yakası açık beyaz gömleği ve kocaman (hadsizce büyük) saatli fakülte arkadaşımın ağzından Deniz Gezmiş'in içtiğinden, diye bir laf çıkıyor. Sinirim bozluyor, gülmeye başlıyorum. Sonra hop çalan şarkıya eşlik ediyoruz. Bir de Zeki Müren övdük mü bizden kralı yok. Son bir 35lik isteyelim, diyorlar. Ara çayı mı gelecekmiş. Kavun ne kadar tazeymiş. Akyaka'da bir meyhane var, bir lakerdası var, abii...

Konusuzluklarımız konuları açıyor, ve bir şekilde laf Harun'a geliyor. Duydunuz mu ya ne olmuş Harun'a yokmuş ortalarda, fakülte grubunda gördüm. 

Hakkında bir soruşturma çıkmış, diyor birisi. 

Yok diyor diğeri kayınpederiyle bir ticaret yapmışlar, sonra batmış, Harun da kaçmış, diyor öteki. 

Hayır oğlum, diyor kocaman saati olan Sacit, akademisyen değil miydi o adam, atmıştır bir boka imza. Devam ediyor. Kıskanıyorum ben böyle ibneleri, bırak tüm sorumluluklarını kaybol, ne güzel valla. 

Susuyorum bu konuda, öyle miymiş ya, diyorum. Harun hangisiydi ya, endüstride mi okuyordu? Tam bilmiyorlar, hızlıca sapıyor konu. Unutuluveriyor Harun. Esra'dan bahsediyorlar -bahsediyoruz-. Ne güzel memeleri vardı gerçekten kızın. Şimdi ne haldedir acaba, hop instagram profilindeyiz, telefon elden ele geziyor. Kızın güzelliği ile ilgili ayıplı şakalar yapıyoruz. Herkes her şeyi çok iyi biliyor masasından, sarhoş ve halsiz ayrılıyorum. Sarılıyoruz, muhakkak abi tekrar ediyoruz bunu. 

Eve yürürken adımlarımı isteksiz ve temelsiz atıyorum. Çöküntü var içimde ve hiçbir sebebi yok. Boşluk gibi bir çöküklük. Hiçbir şeyin anlamı olmaması gibi. (Küçük varoluşçu, insanın, anlam karşısındaki yıkılışını mı canlandıracaksın? Midem bulanıyor, oysa küçük bir varoluş kusabilirim, patlıcan ve semizotu) Yalpaladığımı fark ediyorum. Gözüm kararacak gibi oluyor. Önünde büyük harflerle "bayan iç giyim" yazan dükkanın kapısına yığılıyorum. Üstünde çürümüş bir akciğer olan sigara paketimi çıkarıyorum ama çakmağım yok. Gözlerim doluyor. Harun'u arıyorum. Telefonumda 'Ruhi' diye kayıtlı. 

Abi selam, çok içtik... yamuldum... sakız gibiyim... sakız... yok Turbo gibi değil, sulu-göz gibi. Evet bayan iç-çamaşırıcısı... Tereddüt etmeden çıkıyor, beni almaya geliyor.  

Harun benim evimde saklanıyor, 6 aydır. Yani, 6 aydır misafirlikte. Ivır zıvırların olduğu odayı kendine göre düzenledi. Saçını sakalını, değiştirdi. Bambaşka biri artık. Öyle ki bohemler gibi şalvarla geziyor hatta ahşap bir kolye takıyor. Yakınlardaki bir 3. dalga kahvecide part-time ve sigoratasız olarak çalışmaya başladı artık onu Ruhi diye çağırıyorlar. Bir gece ansızın bir sırt çantasıyla geldiği günden beri beraberiz. Yalnızlığıma derman oluyor, diyeceğim de zavallının tekiyim, dermanım yok. 

Bordo şalvarı ve atletiyle beliriyor önümde. İyi misin, diyor. Harikayım, diyorum. Elini uzatıyor. Tutmaya mecalim yok. Kolum jöle gibi. Yüzüne bakıyorum. Kıskanıyorum valla böyle ibneleri, diyorum. 

Kimleri abi, diye soruyor Harun Ruhi. 

Öğürüyorum.



Comments