Tuğla

Karanlık...
Sokak lambaları yeterince aydınlatmıyor sokağı veya gözleri yeterince ışık alamıyor artık. Yorulmuş olmalı etrafındaki kamaşmadan. Tedirgin atıyor adımlarını, her an takılıp düşecekmiş gibi ihtiyatlı. Müzik var etrafında, müzik götürüyor onu bir yerlere. Adımını müziğe göre atıyor o da, zarif ve kibar. Sabahtan bu yana ona sorulan bir soruyu düşünüyor. Hani bazı sorular vardır ya cevapları tek değildir. Herkes ahkam keser bu sorulara herkes bir şekilde bu soruların cevabını en iyi kendisinin bildiğini düşünür. Bu genel soruların cevabını gerçekte kimse düşünmez. Bunlar sadece birer kelimeden ibarettir. Doğruluk, Sadakat, Sevgi, Bağlılık, Namus, Kararlılık, Bilgi, Suç gibi istemeyeceğin kadar çok konsept vardır bu minvalde hayatta. Kimse bunların üzerine araştırma yapmaz mesela. Yaşar ve bulur kendine fiyakalı bir tanım. Yaşar ve uydurur. Yaşar ve başka birinin tanımını yürütür. 
Sokak lambalarını da geçti, iyice kararmıştı etrafı. Tek ışık hüzmesi gökyüzünden geliyordu artık. İlkdördündü. Aya bakıp ilkdördün olduğunu farketmişti. Yoksa sondördün müydü? Sol tarafı karanlıktı sadece. Yarım bir elma gibi. Öğrendiği şeyleri temelsiz öğrendiğini farkediyordu. Sol veya Sağ ikisinden biriydi... İlk veya Son oluyordu sonra. Vazgeçti gökyüzüne bakmaktan. Aradığı sorunun cevabı orada yoktu. Olmadığını düşünüyordu en azından.
Sahile gelince durdu. Su sesi onun zihnini aydınlatıyordu. Durduğu yere oturdu. Hiç düşünmeden çevresinde başka bir yer aramadan kıçını koydu zemine. Bağdaş kurup bekledi. Bir şeyler olmasını bekledi. Olağan dışı hiçbir şey olmuyordu. Çok arzuluyordu oysa olağan dışı bir hikayeye şahit olmayı veya algı kapılarından birinin açılmasını. Ermeyi ya da.
Bir anda fark etti sonra. Nehrin karşısında duvarın üzerindeydi.
Heyecandan kalbi yırtılmak üzereydi, o kadar hızlı kan pompalıyordu ki vücuduna sıcacık hissetti bir anlığına. Öyle bir sıcaklıktı ki bu onun kendini suya bırakması hiçbir şey hissettirmedi. Kendini dalgalara bırakmadı, onlarla boğuştu karşıya geçmek için. Her kulacında daha da yaklaşıyordu, kafasını her kaldırışında duvara bakıyordu hala orada mı diye. Hala oradaydı hiçbir yere gitmeyecekti. Akıntı yüzünden beklediği yerden 20 metre ötede sahile çıkmıştı. Üzerindeki ıslak elbiselerinden kurtuldu çırılçıplaktı. Anadan üryan olmayı katiyen umursamıyordu o dakikada. Emin adımlarla duvara doğru yürüdü. Duvarın üzerinde tuğla büyüklüğündeki boşluğa bakıyordu. Karşında ona bakan bir çift göz vardı. Daha doğrusu bir insan kafasının alın ile burun arasında kalan kısmı. Duvarın içinde bir insan yoktu biliyordu hissetmişti. Bambaşka bir şeydi bu. Sakince duvarın karşısına geçti. Göz çehresi kırışıktı yaşlı ve çok tanıdık birine aitti. Gözlerin baktığı doğrultuya baktı. İki çift göz oldu bir anda. Bakışlar kitlendi. O kadar barizdi ki...
Kendine bakıyordu ölümünden hemen öncesine.
Duvardaki gözlerin sahibinin(kendisinin) gülümsediğini fark etti. Göz kapakları iki kez açılıp kapandı. Bir onay işaretiydi bu. Biliyorum demekti. Sonra bir daha kapandı göz kapakları, bir daha açılmayacaktı. 
Evrende rastgele dağılmış ve belli aralıklarla konumunu değiştiren enerji sıkışmaları vardı. Bu sıkışmaları denk gelmek öylesine düşük bir ihtimaldi ki, lotoyu kazanmak yanında gün içinde kırmızı ışığa yakalanmak gibi kalıyordu. Anlamı ise bu sıkışmaların olduğu yerlerde ışık haddinden çok daha hızlı hareket ediyordu Aslında baktığı bir ayna yardımıyla kendini görmekten farksızdı. Tek fark kendi ölümünü görmüştü. 
Aklındaki sorunun artık bir cevabı vardı. "Olgunluk nedir" diye sormuşlardı ona. "Olgunluk kendi ölümünü görmektir" diyecekti artık zerre tereddüt etmeden.

İlkdördündü.

Comments