Top 10 Post Rock Şarkıları ve Hikayeleri Part - 5

3 - Mokadelic - Red July

Duvarların içinden konuşuyor benimle. Nasıl yapmış bunu bilmiyorum. Ondan kaçabilmek için bir iç uçuş, iki aktarmalı uçuş ve 4 saatlik tren yolculuğu yapmam gerekmişti. Huzurluydum. Gururluydum ve mutluydum. Onsuz geçen on beş gün, kendime yeni arkadaşlar edindim. Bahçedeki keçi, balkona konan kuşlar ve hemen bitişikteki mezar taşları ile iyi anlaşıyorduk. Herkesin birbirini dinlediği olgun bir ortam yaratmıştım. Bir tek keçi benimle içiyordu. Diğerleri alkol dokunduğu için takılmıyorlardı fazla. Biraz cigaraya takılıyordu kuşlar o kadar. Mezar taşları ise aralarında en sakinleriydi.
Elektrikler kesileli 10 gün oldu. 10 gündür, güneş, ay ve yıldızlar dışında ışığa ihtiyaç duymadım. Sabah kalkınca keçiyle laflıyorum. Bana anlattığı tuhaf hikayeleri ilgiyle dinliyorum. Tırmandığı ve "yok artık" denecek dik yamaçları büyük bir iştahla anlatıyor. Dediğine göre ne kadar çıkarsa yukarı o kadar güzel oluyor otun tadı. Beraber kahvaltı yapıyoruz, sonra da sabah sporuna çıkıyorum. Patikadan ilerleyip 15 dakikanın sonunda çıplak bir tepeye ulaşıyorum. Esneme hareketleri, bir takım dövüş sporu uyarlamaları yapıp, iyice ter atıyorum. Kuşlar geliyor genelde eşlik etmeye ama çok durmayıp gidiyorlar. Tuhaf bir yapıları var. Sanki uçmaktan mutlu olmuyor gibiler. Hangimiz hayatımızdan tatmin oluyoruz ki zaten onlar olsun. Gece ısınmak için ormanın derinliklerine dalıp dal arıyorum. Akçaağaç dalı buldum mu seviniyorum, kim sevinmez ki? Akçaağaç dalı yandı mı sönmez. Ateşi harlanmaz, düzensizlik yapmaz. Akçaağaç yok olurken terbiyesini takınan mütevazi bir ağaçtır. Güneş batmaya yanaşınca iyice kızıllaşır ortalık. Öylesine kızıl olur ki korkarsın. Ben alıştım. Desem ki, ormanın içinden koca ayak çıksa, ona patik örerim. Öylesine alıştım. Akşam olur şarabı alır mezarlığa giderim. Mezar taşlarıyla söyleşirim. Şarabın ilk fırtını tanrılara armağan ederim. Buradan ulu tanrım Dyonisos'a selam olsun. Şüphesiz ki, her şeyi bilen veya bilmiyorsa bile biliyormuş gibi yapan odur. Hava iyice zifiri oldu mu, çanı çalarım. Bana kalmış zifirinin ayarı.
Ateşi mangalda yakarım. Üzerinde biraz patates biraz da kuşkonmaz çeviririm. Kuşlar kuşkonmazı sevmezler. Patatesi çoşkuyla gagalarlar. Böyle geçer günlerim, huzurlu, gururlu ve mutlu.
Sonra nasıl oldu bilmiyorum, buldu beni. Duvarların içinden fısıldamaya başladı. Duymazdan geldim. O konuşunca sesini bastırmak için şarkılar söyledim. Desem ki, dermanım yok, ilacım olur gelirsin, desem ki harmanım yok, cigara sarar uzatırsın. Sözlerini ben yazdım. Onu duymamak için yazdığım sözlerden bir kuple... Bir de söylerken duysanız beni. Yüce Apollo. Doğruluğun aynası, adaletin kılıcı, eşitliğin kantarı.
Sonra fısıldamayı da bıraktı. Dolu dolu konuşuyor. Desem ki, yanımda. Belki de yanımda. Kafamı karıştırmak için yapıyor her şeyi. Namussuz. Tüm evi aradım. Bulamıyorum. Sesin çıktığı yuvayı bulsam mezar taşı koyacağım önüne.
Yok.
Sabahları uykum ekşidi. Sıra dağlar selam vermez oldu. Ne arzum var yaşamaya, ne gücüm. Varsa yoksa konuşuyor. Susmuyor, dinlemiyor, halden anlamıyor. Tüm tuğlalara koydum kulağımı, aramaya başladım. Soğuk sıcak marco polo... Geliyorum. Desem ki geliyorum bana mutluluğun heykelini yontar mısın?
Sabahları ekşi ekşi aradım onu, sızana kadar aradım. Konuşuyor ama yeri belli değil. Kaç gün geçti, çetelesini tutmadım, duvarlara deli gibi kazımadım. Birkaç diyelim aramızda.
Keçi yardıma geldi. O da bulamadı.
Kuşlar yardıma geldiler. Bulamadılar.
Mezar taşları pek oralı olmadılar.
Sonra BEN BULDUM.
Kim bulacağdı? Ben buldum tabii. Çektim tuğlayı yerinden. Ne de güzel dikdörtgenler prizmasıydı öyle. Üzerinde çimento izleri. Titriyor konuştukça. Koydum karşıma. Anlat bakalım dedim. Neyse derdin konuşalım. Hadi bakalım. Konuşmadan olmaz bu işler.
Konuşmadan bir yere varılmaz, konuşulmayan eve Hipokrat girer.
Hekimler hakim olur.
Cellatlar cevval.
Kadılar, karı.
Yeniçeriler, elçi.
Asgardı su basar,
Atlantis çöl olur.

Konuş, dedim. Ya resul. Konuş işte, aklında ne var ne yok konuş. Dinliyorum. Öyle çok konuş ki, dilsizler dile gelsin, amalar bülbül görsün, topallar rövaşata vursun. Konuş gözümün feri, derdimin neferi. Konuş ey meselelerin en yücesi.

Ah ettim, konuşmadı. Vah ettim, konuşmadı.
Aldım tuğlayı mezara götürdüm. Koydum Maria ile Jose'nin arasına. Üstüne adını yazdım. Döndüm arkamı gerisin geri tepeye. En yukarıya, kızıllığın arasına. Bir türkü tutturdum.

Olmaz olsun böyle cenk,
kızıl şeffaf renk
soluklan hele yiğit oğlan
ne yarin, ne de sıfatın para eder.
ona cefa
ruhuna sefa olsun.
cehennem dediğin
içindeki sedaya denk.


*Red July'ı kendiniz bulun...









Comments