Nükleyik

Bir sarmal çizdi duvara, elindeki kalemle bir mürebbiye gibi, her şey aslında bununla ilgili, dedi. Yandı depozito, diye düşündüm.
Enerjiden söz eder, doğayla kucaklaşmanın öneminden dem vururdu. Bir şeyi istiyorsan, onu istediğini söylemelisin, diyordu. Söylemesi ne kadar kolay. Kendini çuval gibi akışın ortasına bırakmış insanların arasından çıkmalısın, diyordu.
Kimi zaman kırmızı, kimi zaman sarı, nadiren yeşil, çoğunlukla koyu kumral saçları vardı. Aşktan söz ederdik. Yumuşakça elim vücudunda süzülürdü, tenin yumuşaklığını överdim, bazen boynunun uzunluğu, kimi zaman boynunun bir kuğu hüznüne* sahip olduğunu anlatırdım. Bazen şarap, bazen, kahve çoğu zaman sigara kokardı saçları.
Şimdi çıkmış karşıma bir DNA sarmalını çiziyor. Benim ben olmamın nedeninin benimle alakasız olduğunu söylüyor üstü kapalı.
Ufarak memeleri, morluklarla dolu bacakları, ısıra ısıra parçaladığı dudaklarına bakıp da, öyle itiraz edemezdin.

İçeri gidip boş bir levha getirdim. Doldur dedim. Doldur. Doldur.
Nasıl olsa hepsini unutacaksın. Simsiyah bir gökyüzü yağmurlarını indirecek. Birileri yalan yanlış şiirler okuyacak, tüm renkler, sesler, kokular, dokunuşlar silinip gidecek... Doldur, doldur, döndür, döndür. Sar, sar.

Buharlaşıyor, ellerim.
Bilmediğim bir lisanda konuşuyorsun.
Küfürler ediyorsun belki
Sözlerini en çok ben duyuyorum
Yüreğim bir muharebe sonrası sabahı,
sen tutmuş Avusturya arşidükümü bıçaklıyorsun.

Böyle olmayacak belli ki,
Sabaha kadar sevişelim.

Comments